10 Mart 2011
Sandıkların, fanusların, kürelerin, dolapların içlerine kapatılmış biçimsiz, koyu lekeler. Tanıdık biçimlerin içlerinde, tedirgin edici biçimsiz kuvvetler kol geziyor. Biçimlerin ince, kırılgan çeperi her an kırılacakmış gibi; ve barındırdıkları biçimsiz kuvvetlerin, kapağı açılan Pandora’nın kutusundan karanlık bir bulut gibi yeryüzüne yayılabileceği hissine kapılıyor insan sergiyi gezerken. Tansel Türkdoğan’ın ‘Minimal Boşluk İzleri’ sergisi, tüm biçimlerin aslında çeperlerinin altında biçimsizlik barındırdığını düşündürtüyor bize. Akışkan, biçimsiz bir yaşamı, formlarla, kimliklerle, sözcüklerle örtmeye, kapamaya çalışan bir tavrın eleştirisi gibi duruyor nesneler Türkdoğan’ın tuvallerinde.
BEDENİN ÇİLECİLİĞİ
XIII. yüzyılda yaşamış Halesli Alexander “şer aslında biçimsizdir” diye yazıyordu. Oysa oluş halinde düşünüldüğünde, hayatın da biçimsiz olduğunu duyumsuyor insan. Hayatı olumsuzlayan, bedeni hakir gören çilecilik, hayatı bir şer yuvası olarak algılıyor. Hayat, her türlü ahlaki, yasal biçimler giydirildikten sonra katlanabilir hale geliyor. Hayatın biçimsizliğine tahammül edemiyoruz. Akışkan olan her şeyi kanonik kutulara, klasörlere tıkmaya çabalıyoruz. Evreni geleneksel Öklidçi ya da Kartezyen terimlerle tanımlamaya, anlamaya çalışıyor; baktığımız her yerde, her şeyde kareler ve daireler görüyoruz. Resme yeni başlayanlara önerilen, nesneleri önce geometrik şekillere indirgeme yöntemi aslında bizim dünyaya, evrene genel bakışımızı temsil ediyor; biçimsiz olana biçim giydirme tavrımızı. Hayat bir heyula gibi üzerimize çullanmasın diye tanıdık nesneler, biçimler, suretler, imgeler üretiyoruz durmadan.
EVRENİ TANIMLAMAK
Georges Bataille, biçimsiz olana karşı tavrımızı şöyle açıklıyordu: “Biçimsiz”, dünyadaki şeyleri değerden düşürmeye, güçsüz kılmaya yarayan bir terim. Belirttiği, gösterdiği şeyin, hiçbir hakkı yoktur; biçimsiz olan, tıpkı bir örümcek ya da bir solucan gibi kendisini her yere sıkıştırabilir. Aslında akademisyenler mutlu olsun diye, evrenin biçim alması gerekiyor… Öte yandan evrenin hiçbir şeye benzemediğini ve sadece biçimsiz olduğunu olumlamak, evrenin bir örümcek ya da bir tükürük gibi bir şey olduğunu söylemekle eş anlamlıdır” (Ballantyne). Bu biçimsizliği özellikle canlı ve ortamı arasında kurulan yaşam birliğinde de görüyoruz. Canlı ve ortamının oluşturduğu birlik bir tükürük gibi yayılıyor evrenin içinde. İlişkilerimizle yarattığımız kendi ortamlarımızın da belirli bir biçimi yok, biçimsizlik hüküm sürüyor. Taksim semalarında tek bir beden gibi davranan sığırcık sürülerinin durmadan biçim değiştirmesi, biçimsizleşmesi gibi, kurduğumuz ilişkilerle yarattığımız kendi evrenimiz de sürekli biçim değiştiriyor.
Bataille’ın akademisyenlere atfettiği mutluluğu iktidarlara da bahşedebiliriz; iktidarlar sırf mutlu olsun diye, biçimsiz toplumsal kuvvetlerin biçim alması gerekiyor. Ayrıştırma, kimliklendirme, sınıflandırmanın iş gördüğü bir toplumsal biçimlendirme işleminin nesnelerine dönüşüyoruz. Oysa devletçi kanonik biçimlere uymak istemeyen bedenler, biçimsiz kalabalıklar oluşturabiliyor meydanlarda. Kapitalist anlayışın düzenlediği, birbirine dokunmadan, yan yana akan birimler arasında karşılaşmalarla, çarpışmalarla birden bir mahalle kurulabiliyor; Julio Cortazar’ın Güney Otoyolu adlı öyküsündeki gibi otoyolda gerçekleşen bir kaza, otoyolu biçimsiz bir mahalleye dönüştürebiliyor. “Şer biçimsizdir” diye yazıyordu Halesli Alexander. İktidar da kendi kulesinden meydanlara baktığında şer odaklarını görüyor, topluma dayattığı biçimi yerle bir eden biçimsiz bir mahalleyle karşılaşıyor her seferinde. Henüz hiçbir iktidarın biçimini almamış bu akışkan mahalle, bir açıklık olarak deneyimliyor meydanları.
DEVRİMCİ ANIN HAZZI
Otoriter bir iktidarın yıkıldığı, ancak henüz ortaya bir başka iktidarın çıkmadığı bir aralıkta, açıklıkta devrimci bir anın hazzını doyasıya yaşadılar Kahireliler Tahrir Meydanı’nda mesela. Slovaj Zizek’in deyişiyle bu, yüce bir andı, her türlü ihtimale gebe bir boşluk anı; sonsuz küçüklük içinde yakalanan gerçekten devrimci bir an. Ne var ki iktidar bu şekilsiz mahalleyi, biçimlendirilecek bir hamur gibi görüyordu. Nitekim çok geçmeden Tahrir Meydanı’ndaki şekilsiz mahalle, biçimlendirici bir hükümetin ellerine teslim edildi ve tıkanan otoyol da yeniden açıldı.
Sanat yapıtıyla karşılaşmanın toplumsal bir aralık, boşluk yarattığından söz etmiştim geçen haftaki yazımda. Sanat yapıtıyla bu karşılaşma anı, tanıdık, bildik nesnelerle karşılaşmaya pek benzemiyor gerçektende. Tanıdık, bildik nesnelerle durmadan mevcut dünyayı yeniden üretiyoruz. Mevcut ilişkileri sorgulayacak düşünce ediminin gerçekleşmesi için bir karşılaşma nesnesine ya da olay-karşılaşmalara ihtiyacımız var. Sanat tam da bu olay-karşılaşmanın gerçekleştiği bir düzlem üretiyor. Tansel Türkdoğan henüz belli bir biçim almamış, biçimsiz olanı minimal boşluklarda yakalamaya çalışırken, bizleri bir olay-karşılaşmaya maruz bırakıyor. Biçimsiz olanla karşılaşmak, tüm sınıflandırma yetimizi askıya almamıza ve yeniden, başka türlü düşünmemize yol açabiliyor; alışıldık varlık tarzlarımızda ve dolayısıyla alışıldık öznelliklerimizden bir kopuş, boşluk anı yaratıyor. Ancak bu kopuş anı aynı zamanda bir olumlama anını, yeni bir dünyanın olumlamasını da içeriyor: bizi başka türlü bakmaya ve düşünmeye zorlayan yaratıcı bir an.
Capturing The Formless at Minimal Space
Rahmi OGDUL
2011
Formless, dark spots sealed inside of chests, globe glasses, and cabinets. Inside the well-known forms, there are disturbing amorphous forces patrolling. While visiting the exhibition, one is being seized by a feeling as the slender, fragile membrane of the forms shall be broken at any moment; and the formless forces would spread to the earth like a dark cloud from the opened the lid of Pandora’s Box. Tansel Turkdogan’s “Minimal Space Traces” exhibition, makes us think that every single form, in fact, is hosting a deformity under its walls. Objects on Turkdogan’s canvases seem to be an attitude, trying to cover, to seal a fluidic, amorphous life with forms, identities and words.
ASCETICISM OF THE BODY
Alexander from Hales, who lived in the XIIIth century, wrote that “indeed, evil is formless”. However, considering the life in the state of becoming, man feels that it is also formless. Asceticism that negates life and despises the body, perceives life as an evil place. Life becomes bearable after vested with all kinds of moral and legal forms. We are not able to tolerate the formlessness of life. We are endeavoring to stuff every fluidized thing to canonical boxes and folders. We are trying to describe and understand the universe with traditional Euclidean or Cartesian terms; we see squares and circles, everywhere we look. The method which is recommended for new beginners of painting about reducing the objects to the geometric shapes first, is actually representing our general conception of world and universe; our attitude of dressing up the formless with forms. To prevent life descending upon us like a ghost, we constantly create familiar objects, forms, copies and images.
DEFINING THE UNIVERSE
Georges Bataille was explaining our attitude towards that formless as such: “Formless, is a term used for reducing the value of things in this world, leaving them powerless. The thing it indicated, it demonstrate has no rights; the formless one can compress itself anywhere just like a spider or a worm. In fact, the world should take shape for the academics to be happy… on the other hand, to affirm that universe does not resemble to anything and has no form, is the same thing to say that universe is such a thing like a spider or saliva” (Ballantine). We see this amorphousness especially in the unity of life established between the living and its environment. The unity created by the living thing and its environment is spreading like a spit in the universe. Our ambient that composed by our relationships has no certain shape either, formlessness reigns. Like the herds of starlings acting as one body over Taksim skies, constantly changing from, becoming formless, our own universe which we create with the relationships we build, is also changing shape continuously.
We can also bestow the happiness to the puissance that Bataille had ascribed to the academics; just because the ruler ship to be happy, formless social forces must take shape. We are gradually transmuted into an object of the social formatting process where separation, identification, classification functions. However, the bodies that do not want to comply with the statist canonical forms, are able to generate amorphous crowds in public squares. With an encounter, a sudden collision between the units organized by the capitalist approach that flow side by side, without touching each other, a neighborhood can be established; as in Julio Cortazar’s story named Southern Motorway, an accident that happened on a motorway, can transform the highway to an amorphous neighborhood. “Evil is formless,” has written, Alexander of Hales. When the ruler looks to the public squares from its tower, it only sees the focal of evil, every single time confronts formless suburbs that demolish the form imposed to the society. This mobile neighborhood that does not take the form of any power yet, is experiencing the squares as an openness.
THE PLEASURE OF THAT REVOLUTIONARY MOMENT
In a time that an authoritarian government collapsed, but no other revealed yet, Cairenes lived in Tahrir Square, the fullest pleasure of a revolutionary moment in a publicity, for instance. In Slovaj Zizek’s words, this was a supreme moment, a moment of emptiness pregnant to all kinds of possibilities; a real revolutionary moment captured in an infinite smallness. However, the government was seeing this neighborhood like dough that is to be formatted. As a matter of fact, amorphous district in Tahrir Square, soon has delivered to the hands of a formative government and the blocked highway re-opened.
In my article last week, I have mentioned that encounter with the art work creates a social gap, an emptiness. This moment of confrontation, indeed, does not bear resemblance to encountering familiar objects. We incessantly continue to reproduce the current world with these well-known, familiar objects. And for the realization of a consideration act which will questionize present relationships, we need an encounter object or fact-encounters. And art is generating a plane precisely this fact-encounters take place. Tansel Turkdogan, while trying to grasp the formless one, the one which does not have a specific form yet, in minimal gaps, exposes us to a fact-encounter. Confronting the formless, can lead us to suspend our ability to classification and think again and in a different way; creates a moment of departure, emptiness from our usual subjectivities and in our usual style of existence. However, this moment of departure also involves a moment of affirmation, affirmation of a new world: a creative moment that forces us to look and think differently.