Kim bilir hangi fırtınaların dalgaları bunlar? Görünürde hiçbir neden yok, denizin yüzeyi hafif çalkantılı olsa da dip dalgaları patlıyor kıyıdaki kayalıklarda birbiri ardı sıra. “İçimde uyanan eski bir arzu” belki de. Derinlerde kalmış, unutulmuş arzuların patlaması. İktidarın tüm çabasına rağmen bastırılmış olanın geri dönüşü. Bu geri dönüşte bir yücelik var, zira aklın sınırlarını zorlayan bir güç karşısındayız. Akıl çerçeve çiziyor, adlandırıyor, uysallaştırıyor her şeyi, parlak yüzeyler icat ediyor; ama yüzeyde uysallaştırılmış gibi gözükse de şeyler için için kaynıyor; 31 Mayıs 2013’deki büyük fırtınadan sonra hayat olağan akışı içindeymiş görünse de, yüzeye baktığımızda çarşaf gibi bir deniz görsek de kıyıdaki dalga patlamaları dip akıntılarının gücünü gösteriyor. Dalgalar durmadan patlıyor bir biri ardı sıra, Tuzluçayır’da, Gülsuyu’nda, Okmeydanı’nda, Armutlu’da, ODTÜ’de.
DEVLET VE HALKTAKİ GERÇEK AYRIŞMA
Hiç bu kadar ayrışmamıştı devlet ile halk; Yıldız Savaşları’nın karakterleriyle politik sahneyi donatabiliriz. Bir tarafta yaşamı yıkmaya çalışan karanlık güçlerin ittifakı, diğer yanda Jedi savaşcıları. Daha önceki dönemlerde devlet, derin devletin durmadan başkalaşan güçleriyle kendini dolayımlayarak bastırmaya çalışıyordu dip dalgalarını. Ve biz metaforlara sığınarak derin kısmını görmezlikten gelebiliyorduk. Baba metaforu, ataerkilliğin meşrulaştırıcı zemininde devleti haklı çıkarabiliyordu. Gerektiğinde seven gerektiğinde cezalandıran bir baba. Metafor sözcüğünün Latince kökenine baktığımızda bir taşıma edimi görüyoruz. (meta: arasında, ötesine, phora: taşımak, nakletmek). Benzeşim ilişkisine dayanarak bir bütünün anlamını başka bir bütüne taşıma edimi. Ve devlet artık bir metonimi olarak gösteriyor kendini. Nedir metonimi? Parçanın bütünün yerine geçmesi. Devletin üstünü örtecek her türlü metafor bir işe yaramıyor artık; çorap söküğü gibi iplikleri görünür hale gelirken, iplikler çorabın yerine geçiyor. Gaz, çevik kuvvet, toma, eli sopalı siviller, doğa yıkımı, ağaç katliamı, savaş, otoyol, avm, kentsel dönüşüm, taşeronlaşma, işçi ölümleri dendiğinde devlet geliyor hemen akla. Bütün ya da metafor parçalanmış ve parçaları tüm şiddetiyle görünür hale gelmiştir.
ARTIK HER ŞEY YÜZEYDE
Metaforların değil de metoniminin geçerli olduğu bir alandayız. Toplumun ortak yararını gözeten, sözleşmeye dayalı, herkese eşit mesafede duran, hukuk alanı içinde hareket eden koruyucu, kollayıcı metaforik devletin ipliği pazara çıkmıştır. Tüm kirli işlerini illegalite alanında gerçekleştiren derin kısmı yüzeydedir artık. Derinlikler kaybolurken devletin ve derin kısmının yüzeyde birlikte sörf yaptığını görüyoruz. Mahkeme kararlarını beklemeden gece yarısı yasadışı bir şekilde ODTÜ ormanlarına girebiliyor; yasaları yasadışına taşırmak üzere durmadan manipüle edebiliyor ve devlet güçlerinin hemen yanında ne idüğü belirsiz eli sopalı siviller.
Derin devlet zamanında devlet kendisine karşı direnişi de derine çekmeye çalışıyordu. Yeraltı devletiyle mücadele girişen yeraltı örgütleri vardı. Şimdi devlet ve derin devlet yüzeyde tüm yasadışılığıyla örtüşürken, yeraltına ittiği direniş tüm meşruluğuyla yüzeyde yerini alıyor; hukuksuzluğun alanı olarak devletin karşısında direnişin meşruluğundan artık sorgu sual edilemez; yüzeye çıkan dip dalgaları hiç bu kadar meşru ve haklı olmamışlardı.
Devlet tüm şiddetiyle yüzeydeki pürüzleri gidermeye çalışsa da derinlerdeki dip dalgaları yüzeye çıkıyor. Sanatçı Tansel Türkdoğan’ın tuvalleri gibi parlak yüzeyli dolapların, kutuların içine sıkıştırılmış koyu lekeler, bulutumsu kütleler iktidarın tasarladığı mobilya düzenini altüst edecek. Parlak yüzeyin altında yuvarlanan dip dalgaları birbiri ardı sıra patlıyor kıyılarda; bastırılmış olanın geri dönüşünde aklın sınırlarını zorlayan bir yücelik var.