Tansel Türkdoğan

Official Web Site

Tansel Türkdoğan

Denizhan Özer – Tanımlanamayan Sınır / INDEFINITE BOUNDARY

Hakkında Yazılan Makaleler / Articles About Tansel Türkdoğan

Günümüz sanatının en çok tartışılan konularından biri, çağdaş sanatın geldiği son durumdur. Sanat kuramı ve eleştirisi üzerine çalışan kuramcıların sayfalar dolusu yazdığı tekst, kitap v.s. incelendiğinde, tam anlamıyla bir konsensüse varılamadığını görürüz. Özellikle de bu konuda ünlü Fransız kuramcı Jean Baudrillard’ın bu tartışmada çağdaş sanatın, yalnızca anlamsız olmakla kalmadığını, bir de hükümsüz olduğunu söyleyip bu söylemine aynı zamanda bir hiç olduğunu eklemişti. Baudrillard, 1996 yılında “sanat komplosu” başlıklı makalesinin yayınlanmasıyla, çağdaş sanatın yüzeysel algılamalarına karşı derin ve analitik bir düşünce sistematiği içinde tartışılmasına yol açtı. Birçok sanatçı, küratör v.s. bu tartışma içinde Jean Baudrillard’a karşı kin ve nefret duyarak onu sanat düşmanı ilan etseler de, sanattan anlayan birçok kişi Baudrillard’ın ne demek istediğini, sistemi nasıl sorguladığını gayet iyi bir şekilde tahlil ederek anlamışlardı.  Bir yargılamadan daha çok, antropolojik bir sorun olarak çağdaş sanatı değerlendiren Baudrillard’ın bu yaklaşımı geçmişten ve gelenekten beslenen birçok sanatçı ve sanat ilgilisini sevindirse de aslında o sanatı, bu yola da sürmek istemiyordu. Onun isteği gerçeklerin arkasındaki gerçeği göstermek, maskelenmiş her türlü anlayışın üzerindeki maskeyi kaldırmaktı. O nedenle sanattaki soyutlama fikrini ve uygulama biçimlerini yazdığı yazılarla desteklemişti.

“Soyutlama, modern sanatın büyük macerasıydı. Başlangıçtaki o ilkel, özgün; “istila edici” evresinde, ister geometrik olsun ister ekspresyonist, hala resmin destansı bir parçasıydı; temsilin yapıbozumu, nesnenin parçalanmasıydı. Resmin öznesi, nesnesini yok ederek kendi kayboluşunun sınırlarına doğru ilerliyordu. Ancak, çağdaş soyutun çeşitli formları ( bu, yeni figürasyon için de geçerli) bu devrimci faslın ötesine, “etkin haldeki” bu kayboluşun ötesine geçti. Artık sadece gündelik hayatımızın farklılaşmamış, seyreltilmiş alanının, alışkanlıklarımıza girmiş imgelerin bayağılığının izlerini taşıyorlardı. Yeni soyut ile yeni figürasyon sadece görünürde karşıttır; aslında ikisi de dünyamızın mutlak bedensizleşmesinin dramatik değil, bayağılaşma evresini yeniden anlatmaktadır. Dünyamızın soyutlanması artık –nicedir- bir vakıadır; kayıtsız bir dünyanın bütün sanat formları da aynı kayıtsızlık damgasını taşır. Bu ne bir yadsıma, ne de kınama, sadece bir tespit: Dünya –gerçekten önemli olan kozlar , hedefler yok olduktan sonra- ne kadar kayıtsızlaştıysa, sahih bir resim de kendine karşı öyle bir kayıtsızlık içinde olmalıdır. Sanat, artık bir bütün olarak bayağılığın üst-dilinden ibaret. Dramdan yoksun bu simülasyon sonsuza kadar devam edebilir mi? Hangi formlarla iştigal etmek zorunda olursak olalım, şu anda sadece kayboluşun ve şeffaflığın psiko-dramasını yapıyoruz. Sanattaki ve tarihindeki sahte süreklilik bizi kandırmasın. ”(Sanat Komplosu, Jean Baudrillard , iletişim Yayınları, 2010 , Çev: Elçin Gen-Işık Ergüden, sayfa 33)

Baudrillard’ın günümüz dünyasına ve dolayısıyla sanatına getirdiği eleştiri, içinde bulunduğumuz depolitizasyon durumunu oldukça iyi bir şekilde açıklamaktadır. Farklı coğrafyalarda yaşayan toplumlar gerek medya, gerek iletişim araçlarını elinde bulunduran sistemin yönlendirmesiyle her türlü konuya yüzeysel olarak bakmakta, kendi yaşantısını da bu duruma göre şekillendirmektedir. “Belli bir tarihsel dönemde, o dönemdeki toplumsal koşullara göre oluşan toplumsal grupların , sınıfların birbirine benzemeyen “dünya görüşleri “ vardır. Öyle ki; bir toplumsal grup ya da sınıfın “dünyayı algılaması” bile, bağlı olunan dünya görüşü ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Gene öyle ki, “İnsan böylece, içinde gömülü bulunduğu grubun değerlerinin dışına düşen toplum unsurlarını algılamaz”. Marx buna ideolojik algılama ya da yanlış bilinç diyor. Marx’ın bu terimi çağdaş kültür sosyolojisinde yanlı algılama olarak geçmiştir. “(Kültür Birimleri ve Kültür Felsefesi, Doğan Özlem, sayfa 38, Doğu Batı Yayınları. 2008, 5. basım)

Marx’ın yıllar önce tespit ettiği bu yanlı algılama durumu, yaratılmak istenen “düşünmeyen insan” modeli için oluşturulan, bugünkü dünya modelinin tespiti niteliğindedir. Bu durum karşısında duracak olan olgu ise sanattır. Sanatın bu gücünün farkında olan sistem, kendi varlığını korumak için sanatı tartışılır bir hale getirmektedir. Sanat sadece bugün değil, geçmişte de tartışılır olmuştur; ama bugünkü tartışma politik sorgulamalar üzerinden olmaktadır. Sanatçılar bu tartışma içerisinde taraf olmaları gerektiğini bilmektedirler. İşte çağdaş sanat böyle bir ortamda dünyaya yayılarak, yaşama müdahale etmektedir. Artık dünyanın her yerinde çağdaş sanatın görünür olmak adına sansasyonalist bir yapısı olduğu düşüncesi hakimdir. Tabii bu düşünce kimi zaman doğru olsa da, her sanatçı ya da yapıt için geçerli ve değerli değildir. Bazı sanatçılar ve ürettikleri yapıtlar, bunun tam tersine, günümüz sorunlarına yaklaşımı ve estetik kaygılarıyla bu kategoriye girmemektedir. Tansel Türkdoğan ve yapıtlarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.

Görselliğe ve estetiğe önem verdiği belli olan Tansel Türkdoğan’ın Baudrillard’ın simülasyon ve simülakr teorisi ile bağdaşması, şeffaf yanılsama içinde olan günümüz insanının perdelenmiş, üzeri örtülmüş sorunları görememesi ya da görmezden gelmesine karşı bir eleştiri niteliğindedir. Sezgisel dürtülerle şekillenen tuvallerin geleneksel resim anlayışının tamamen dışında kalması bir tesadüf değil, sanatçının özgün ifade yeteneği ve akılcılığının bir sonucudur. Burada akla bir soru gelmektedir. Gerçeklik bu kadar ortada iken insanlar neden göremezler? Bunca yıkım, bunca yok oluşa rağmen belleklerinde neden geçmişe ait bir iz kalmaz? Sorunun cevabı basittir. Görsel imge bombardımanına tutulan bireyin düşünmeye, belleğinde bir şey saklamaya gücü yoktur. Gerek üzerine binen yaşam yükü, gerek kolay anlama( easy understanding) yöntemleri ile şırınga edilen düşünce, çeşitli kodlamalarla dayatılan davranışlar dizisi, bir yaşam biçimine dönüşerek bireyin belleğinin üzerini tamamen kaplamaktadır.

“Belleği imgelerden ayırt eden ırasalı araştırırken hemen algılamamız gerek ki, bu, bize sunduğu yalın düşüncelerde yatıyor olamaz; çünkü bu her iki yeti de yalın düşüncelerini izlenimlerden ödünç alırlar ve hiçbir zaman bu kökensel algıların ötesine gidemezler. Bu yetiler, karmaşık düşüncelerin düzenlenişi yoluyla da birbirlerinden çok az ayırt edilirler. Çünkü; düşüncelerinin kökensel düzen ve konumlarını saklamak belleğin kendine özgü bir özelliği olsa da; imgelem onları dilediği gibi yerleştirir ve değiştirir; gene de bu ayrım onları işleyişlerinde ayırt etmek ya da birini ötekinden bilmemizi sağlamak için yeterli değildir; çünkü, şimdiki düşüncelerimizle karşılaştırabilmek ve düzenlemelerinin tam olarak aynı olup olmadığını görebilmek için geçmiş izlenimleri anımsamak olanaksızdır.(A Treatise of Human Nature, David Hume, Idea Pres 1997, sayfa 109)

Her ne kadar saklamak belleğin özelliği olsa da, gerek imgelemler, gerek karmaşık düşüncelerin yoğunluğu içinde bu özelliğini yitirir ve döngüsellik içinde bizi hayatın gerçeklerinden uzaklaştırır. Çağdaş sanat fikrinin özünde, üretilen eserin günlük hayat koşuşturmaları içinde belleğini yitiren, umutsuzluğa kapılan insana umut verdiğini ve bu durumla da toplumu karşı bir duruşa sevk ettiğini düşünürsek Tansel Türkdoğan’ın yapıtları, günümüz sanatının sıradanlığının ötesine çıkıp hayat veren bir organ gibi boşluğu doldurmaktadır. Burada güzel olan ise, yapıtların politik bir söylemi olsa da, acit-prop bir çizgiye kaymadan, basitleştirilmeden yapılmış olmalarıdır.

Jean Baudrillard, Genevivre Breerette ile yaptığı bir söyleşide “Gelgelelim sanat asla bir hakikat meselesi olmamıştır, sanat yanılsama meselesidir” der. (Sanat Komplosu, Jean Baudrillard, İletişim Yayınları, 2010, Çev. Elçin Gen – Işık Ergüden, sayfa 70) Baudrillard’ın sözünü ettiği yanılsama meselesini düşündüğümüzde, aklımıza otomatik olarak günümüzün vazgeçilmez olgularından biri olan sanal gerçeklik gelmektedir. Sanal gerçeklik oldukça banal bir fikirdir. Bize düşünmek için hiçbir şey vermez. Sanal gerçeklik, şu demektir : “ Bak görüyor musun; teknik oyunlarımızla öyle bir görünüş yarattık ki, en sonunda onu gerçeklik olarak görmeye başladık”. Ben sanal olanın gerçekliğini daha düşünmeye değer buluyorum. Sanal olan herhangi bir şeydir; ama her şey değildir. O (eğer denilebilirse) gerçek olanın olgusal etkisidir. Asıl sorun işte burada yatar. (Felsefe ve Güncelik, Slavok Zizek, Alain Badiou, Çev: Özgür Aktok, Encore Yayınları, 2009, sayfa 63)

Gerek Baudrillard’ın yanılsama meselesi, gerek Badiou’nun sanal gerçeklik üzerine söyledikleri ile Tansel Türkdoğan’ın resimleri aynı düzlem üzerinden hayatı yakalamaktadır. Sanatçının bilinç eleğinden geçirerek oluşturduğu bu transparan resimler, izleyiciye heyet içinde karşılaştığı her şeye farklı perspektiflerden bakmayı öneren niteliktedir. Arındırılmış yüzeyler üzerinde monokrom renk anlayışı ve soyut anlatım dili ile kavramsal bir derinliğe ulaşan kamufle imgeler, sanatçının oluşturduğu özgün ifade yeteneği ve akılcılığının göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Beyaz yüzeyler üzerinde gerçekleştirdiği transparan lekelerden oluşan kompozisyonlardaki farklılık sanatçının kendine ait özgün bir dil oluşturduğunun kanıtıdır. Ve bu da anlamsallığı derinleştiren eserlerin karşısında duyduğumuz hazzı artırmaktadır. Aristoteles “ Evet, hiçbir şey tam olarak yokluktan gelmez; çünkü böyle bir şey varlığa geçiş öncesinde de potansiyel olarak vardır. Ne var ki, potansiyel olarak var olduğu söylenen şeyin gerçeklik değer ve düzeyi, devinmeye öğe olabilmeye yeterli değildir. Devindiği söylenebilen bir şeyin aktüel varlık taşıması gerekir. ” ( İlk Çağda Doğa Felsefeleri, Arda Denkel, Doruk Yayıncılık, 2003, sayfa 179)

Aristoteles’in tespiti doğru ve yerindedir. Bir sanat eseri yoktan var olmaz. Sanatçı, eseri üretmeden önce kafasında bitirir. Üretim sırasında ufak tefek değişiklikler olsa da, üretilen eser ya da eserler temelde değişmez. Aktüel varlık olarak niteleyebileceğimiz yapıtların bu güne aitliği, güncelliği ve birbirleri ile olan ilişkileri devingenliği oluşturmaktadır. Zamana bağlı olarak değişen insan yaşantısı ile birlikte sanatta değişmekte; Tansel Türkdoğan da bu anlamda güncel olanı yakalamaktadır.

“Epik tiyatronun babası, ünlü Alman tiyatro yazarı Bertold Brecht’in tezlerinden biri (Lukacs’ın da) çağdaş izleyici kimliğinin önceki dönem izleyicilerinden tamamen farklılaştığıdır. 19. yüzyıl izleyicisi için “gerçek” olan 20. yüzyıl izleyicisi için artık gerçek dışıdır. Brecht bu olguyu şu ifadelerle açıklar: Gerçeklik değişkendir; onu sunabilmek için sunma biçimlerinin de değişmesi gerekir. Dün yaygın kabul görenler bugün beğenilmemektedir; bugünün insanları dünkü insanlar değildirler. (Sanatın Toplumsal Üretimi, Janet Wolff, Çev: Ayşegül Demir, Özne Yayınları, 2000, sayfa 89) Bertold Brecht’in bahsettiği değişken gerçeklik 21. yüzyılda daha da değişerek sanal gerçeklik adını alıp, aldatıcı olgusallığa dönüşmüştür. “Kurgusal dünya olarak, yanılsama (Schein) olarak sanal gündelik olgusallığın kapsadığından daha çok gerçeklik kapsar. Çünkü; gündelik olgusallık zorunluluğu seçime  ve yabancılaşmayı kendini gerçekleştirmeye döndüren kurum ve ilişkilerinde gizemselleştirilmiştir. Ancak “yanılsama dünyası”nda şeyler oldukları ve olabilecekleri gibi görünürle. Bu gerçekliğin (ki sanat tarafından ancak duyusal tasarımda anlatılabilir) gücü ile dünya evrilir. Şimdi gerçek olmayan olarak, yanlış olarak, aldatıcı olgusallık olarak görünen şey verili olgusallıktır, sıradan dünyadır.” (Estetik Boyut , Herbert Marcuse, Çev: Azizi Yardımlı, İdea Yayınları, 1997, sayfa 50)

Herbert Marcuse’un yukarıda bahsettiği bu yanılsama dünyası, sanat gerçek ilişkisini de sorgular boyuta gelmiştir. Bildiğimiz klasik betimlemeci resmin yerini  soyut anlatımlar alırken, digital sistem fotoğrafı başkalaştırmakta , gelişen teknoloji ile matrix gibi postmodernist filmler ortaya çıkmaktadır. Kısacası sanatsal gerçeklik de bundan payını almıştır. O halde bir soyut resmin, herhangi bir figür resminden daha gerçekçi olduğunu ve dolayısıyla da Tansel Türkdoğan’ın da “gerçek“ dediğimiz kavramı kendine göre yüzeye taşıyıp yorumladığından bahsetmek hiç yanlış olmaz.

Gerçeğin artık kendine ait bir yeri, bir merkezi ya da yargıçlar kurulu yoktur. Anonim bir kod olarak bilgi, toplumsal bedeni sinir ağları ile kaplar ve donatır. Sabahtan akşama kadar, hiç durmadan anlatılar, sokaklarda, binalarda kafamıza kakılırlar. Bizim onları nasıl algılamamız gerektiğini bize öğreterek varlıklarımıza eklemlenirler. “Olayları Kaplarlar”, yani bunlardan bizim efsanelerimizi oluştururlar. (Gündelik Hayatın Keşfi-1, Michel de Certeau, Çev: Lale Arslan Özcan, Dost Kitabevi Yayınları, 2008, sayfa 304) Tüm bu söylemler ve yapılanlara baktığımızda “Beyaz”ın sınırsız simgesel içerikle Tansel Türkdoğan’ın resimlerine yüzey olarak girmesi bir tesadüf değil, tam tersine sanatçının hayatla kurduğu ciddi politik bir tercihtir . Kontrollü tesadüflerle başlayan süreç, yaşadığımız hayatta karşımıza çıkan kurgusal gerçeklerde olduğu gibi yönlendirilip, sanatçının isteği doğrultusunda forma kavuşmaktadır. Her kirlenen yüzey (bilinçli kirlenme) yaşam içinde bizi kontrol eden sistemin yarattığı kaotik denklemlerin birer birer çözümü gibidir. Kısa süre önce terk ettiğimiz ve yeni içine girdiğimiz yüzyıldaki insan yaşantısını irdelediğimizde “Kaos”un bir yaşam biçimine dönüştüğünü ve günlük hayatı şekillendirdiğini fark ederiz. Tüm bunlar kapitalist sistemin doymak bilmeyen kar etme güdüsünün ve hesaplılığının devamlılığını sürdürmek istemesi ile daha içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Sistem birbiri ardına yarattığı sorunları zaman zaman çözmeye çalışmak için fikirler üretse de, bu fikirler sorunu gerçekten çözmeye yaramayıp, bir tür maskeleme, kapatma görevini yerine getirmektedir.

Pozitif bir şeyler yapmak isteyen öncü kişiler (sanatçı, yazar, bilim insanı, v.s. ) bu durumun farkında olup karşı duruş sergileseler de içinde bulunduğumuz zaman dilimi içinde kendine olan güveni (Self Confident) yitiren birçok aydın geri adım atmaktadır. İşte tam bu açıdan baktığımızda, üstü örtülen gerçeği bize gösterme çabasına girmesinden dolayı Tansel Türkdoğan’ın resimlerini politik bir duruşun göstergeleri olarak tanımlayabiliriz. Burada takdir edilmesi gereken durum ise sanatçının yaşadığımız hayata dair getirdiği eleştiriyi ajitasyon-propaganda kokan  bir düzeye çekmeden, biraz gizleyerek yapmasıdır. Bu aslında sanatçının kaotik duruma karşı oluşturduğu minimal bir dildir ve estetik açıdan da oldukça güçlüdür.

Avusturya’lı ünlü düşünür Ludwig Wittgenstein’in “ Sanatta şundan daha iyi bir şey söylemek zor: Hiçbir şey.” sözünü Tansel Türkdoğan’ın resimlerine bakarak düşündüğümüzde, belki sanatçı bize hiçbir şey söylememektedir.

Denizhan Özer

Şubat, 2011

Ankara 

 

INDEFINITE BOUNDARY

One of the issues that are discussed most today is the latest situation of modern art. Upon examining the pages of texts, books, etc that theorists working on art theories and criticism have written, we see that they have not entirely reached a consensus. French theorist Jean Baudrillard added to these discussions that modern art was not only meaningless, but also void and that it was also nothing. Publishing his article titled “The Conspiracy of Art” in 1996, Baudrillard made way for modern art to be discussed with deep and analytic systematic thought against its superficial perception. Although many artists, curators, etc felt hostility and hate against Jean Baudrillard and declared him to be a anti-artist, many people who had good understanding of art had examined and understood what Baudrillard had meant and how he questioned the system. Although this approach of Baudrillard, who evaluated modern art to be more of an anthropologic problem rather than a judgement, pleased many artists and art lovers who nourished from the past and traditions he, in fact, did not want to push art down this path either. What he wanted was to reveal the reality behind realities and lift the mask off upon every kind of conception. Therefore, he has supported the idea and application manners of abstraction in art with his articles.

“Abstraction was the great adventure of modern art. In its ‘irruptive’, primitive and original phase, whether expressionist or geometric, it was still part of a heroic history of painting, of the deconstruction of representation and of the object. By volatizing its object, the subject of painting itself advanced towards the limits of its own disappearance. By contrast, the forms of contemporary abstraction (and this is also true of the New Figuration) have passed beyond this revolutionary acting out, beyond this act of disappearance – they simply reflect the undifferentiated field of our daily life – the banality of the images which have informed our social practices. The New Abstraction and the New Figuration oppose each other only formally – in fact they both equally retrace the total disincarnation of our world, no longer in its dramatic phase, but in its banal phase.

The abstraction of our world is a matter of fact now, when all the art forms in an indifferent world are assigned to the same indifference. This is neither denigration nor depreciation; it’s simply the state of things. Authentic contemporary painting has to be as indifferent to itself as the world is once the essential issues have vanished. Art is generally nothing more than the metalanguage of banality. Can this anti-dramatic simulation evolve or revolve, or last for ever? Whatever forms it takes, we are already on the way towards the psychodrama of disappearance and transparency. We must not be lured and trapped by a false continuity in art and the history of art. “(The Conspiracy of Art, Jean Baudrillard) (Art and Artefact, Jean Baudrillard ,1997, p.10)

Baudrillard’s criticism regarding today’s world and, consequently, art explains the depolitization situation that we are in considerably well. Societies living in different geographies contemplate all issues superficially with the directing of the system holding media and communication tools, and formalize their own lives according to this situation. “There are different “world views” of social groups, classes that have been formed according to the social conditions of a specific historical period. Such that; even the “world perception” of a social group or class is closely related to the worldview that they believe in. Again, such that, “thus, people do not perceive social elements that fall out of the values of the group they are integrated in”. Marx names this ideological perception or false consciousness. This term of Marx is accepted as biased perception in modern culture sociology. “Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, Doğan Özlem, page 38, Doğu Batı Publications.2008, 5th edition)

This biased perception that Marx determined years ago, is evidential to today’s world model, formed for the “non-thinking person” model that is desired to be created. The concept, however, that will stand against this situation is art. The system, aware of art’s such power, renders art arguable in order to protect its own existence. Art has also been arguable in the past as it is today; however, today’s arguments are made on political interrogation. Artists are aware that they need to take a side within this argument. This is how modern art spreads around the world and intervenes with life in such an environment. The idea of modern art having a sensationalist structure in order to become prominent is now prevalent in the entire world. Although this idea is sometimes true, of course, it is not valid and valuable for every artist or artwork. Quite on the contrary, some artists and their artwork do not take place within this category with their approach the today’s problems and aesthetic concern. Tansel Türkdoğan and his artwork should be assessed within this framework.

Tansel Türkdoğan, who quite clearly places importance on visuality and aesthetics, consorting with Baudrillard’s simulation and simulacra theory is a criticism against today’s people, who are within a transparent illusion, not being able to see or ignoring the concealed or veiled matters. His canvases, taking shape with intuitive stimulation, being entirely far from traditional painting concepts is not a coincidence; it is a result artist’s ability of free expression and fluency. Here, a question comes to mind. Why cannot people see reality while it is so clear? How come there is no trace left from the past in memories despite all this destruction and all this annihilation? The answer is simple. Individuals who are bombarded with visual images do not have the strength to think or store anything in their memory. Both the load of life or thoughts injected with easy understanding methods and sequences of behaviours imposed by various codifications cover the individual’s mind completely by transforming into a lifestyle.

“When we search for the characteristic, which distinguishes the memory from the imagination, we must immediately perceive, that it cannot lie in the simple ideas it presents to us; since both these faculties borrow their simple ideas from the impressions, and can never go beyond these original perceptions. These faculties are as little distinguished from each other by the arrangement of their complex ideas. For though it be a peculiar property of the memory to preserve the original order and position of its ideas, while the imagination transposes and changes them, as it pleases; yet this difference is not sufficient to distinguish them in their operation, or make us know the one from the other; it being impossible to recal the past impressions, in order to compare them with our present ideas, and see whether their arrangement be exactly similar.” .(A Treatise of Human Nature, David Hume, Idea Press 1997, page 109)

Even though storing is a feature of the memory it loses this feature either in the intensity of imaging or complicates thoughts and it casts us away from the reality of life within circularity. If we consider that modern art essentially gives hope to people who have lost their memory within everyday hustle or gave way to despair, Tansel Türkdoğan’s artwork goes beyond the banality of today’s art and fills the blanks like an organ that gives life. The good thing here is that the artwork is done without heading to an agit-prop line or becoming simplified, even if they do have a political discourse.

During a conversation Jean Baudrillard had with Genevivre Breerette, he says “However, art has never been an issue of reality; art is an issue of illusion”. (Conspiracy of Art, Jean Baudrillard) When we consider the issue of illusion that Baudrillard mentions we automatically think of one of the essential concepts of our day; virtual reality. Virtual reality is a rather banal idea. It gives us nothing to think on. Virtual reality is: “You see; we have created such an image with our technical games that in the end we have started to see it as reality”. I regard the reality of the virtual to be more worth pondering. Virtual is anything; but it is not everything. It (if possible to say so) is the conceptual effect of what is real. The real problem lies here. (Felsefe ve Güncelik, Slavok Zizek, Alain Badiou, Çev: Özgür Aktok, Encore Yayınları, 2009, sayfa 63)

Tansel Türkdoğan’s paintings capture life on the same level with both Baudrillard’s matter of illusion and Badiou’s statements on virtual reality. These transparent paintings that he creates by sifting them through the artist’s conscious screen, proposes the viewer to look at everything they encounter within life from a different perspective. Camouflaged images, which reach a conceptual depth with a monochrome colour approach and abstract expression on purged surface, appear before us as an indication of an ability of unique expression and fluency that the artist creates. The distinction of the compositions formed by transparent stains on white surfaces is evidential that the artist has created his own unique language. And this enhances the pleasure we feel before the artwork that deepens semantics.

Aristotle “Yes, nothing comes to be exactly from nothing; because such a thing potentially exists before it comes to existence. However, the value and level of what is said to be potentially exist is not enough to become an element of movement. Things that could be said to have movement require actual existence. (İlk Çağda Doğa Felsefeleri, Arda Denkel, Doruk Publications, 2003, page 179)

Aristotle’s determination is true and relevant. A work of art cannot come to be from nothing. The artist creates the work in his mind before he produces it. Although there are small modifications during the production, the artwork or artworks do not fundamentally change. The actuality, topicality and the interrelations of artwork, which we can characterize of actual essence, forms its movement. Art changes along with life of humans, changing according to time; in this sense Tansel Türkdoğan captures reality.

“One of Bertold Brecht’s theories, famous German play writer who is the father of epic theatre, (and also Lukacs’s) is that the identity of modern viewers has completely changed from the previous period viewers. The 19th century viewers were “real” and the 20th century viewers are now unreal. Brecht explains the concept as: Reality changes; in order to represent it, the modes of representation must change. Those widely accepted yesterday are no longer liked today; today’s people are not yesterday’s people. (Social Production of Art, Janet Wolff) The changing reality that Bertold Brecht mentions has changed even more in the 21st century and has transformed into illusive reality with the name of virtual reality. “Virtuality, encompasses more reality than daily reality as a fictional world, as an illusion (Schein). Because; daily reality has been mysticalized in the institute and relations which has turned itself to choose the obligatory and realize alienation within itself. However, in the “illusive world” things seem like they are and they can be. With this power of reality (which can only be expressed by emotional design by art) the world is evolved. Now what is not real and seems falsely like illusive reality is given reality.” (The Aesthetic Dimension, Herbert Marcuse)

This illusive world that Herbert Marcuse mentions above has come to the point of questioning the art reality relation. While abstract expressions start to take place of the classical depicting paintings, the digital system is metamorphosing photography and post-modern movies such as the Matrix are being made with the developing technology. Briefly, artistic reality has taken its share. In that case, saying that abstract painting is more realist than any painting of a figure and in that sense Tansel Türkdoğan surfaces and interprets the concept we call “reality” in his own way will not be incorrect.

Reality not longer has its own place, centre or trial jury. Information, as an anonymous code, covers and equips the social body with a neural network. From morning till night, narrations without ease, on the streets and buildings, are constantly rammed in our heads. They joint onto our existence by teaching us how we need to perceive them. “They Cover the Incidents”, in other words, they create our legends from these (Discovery of Daily Life-1, Michel de Certeau). When we consider all that is said and done, it is not a coincidence that “White” enters Tansel Türkdoğan’s paintings as a surface with limitless symbolic content; on the contrary, it is a serious political preference that the artist made towards life. The process, which started with controlled coincidences, directed the fictional realities we encounter in the life that we live and taken form according to the desire of the artist. Every surface that is stained (conscious stain) is like one solution each of the chaotic equations that the system controlling us in life has created. When we examine the century, which we shortly abandoned and recently entered, we notice that “Chaos” has transformed into a lifestyle and that it shapes daily life. All of this becomes more insolvable when the capitalist system’s insatiable profit-making drive and economizing wants to sustain its persistence. Although the system produces ideas to try to solve the problems it creates one after one from time to time, these ideas do not actually serve to solve the problem; they merely serve as a mask.

Although leaders (artists, authors, scientists, etc), who want to create positive things, are aware of this situation and present an opposition, many enlightened, losing their self confidence, take a step back in the period we are in. When we consider it from this perspective, we can define Tansel Türkdoğan’s paintings an indicator of a political stance due to his effort in pointing out those which are covered. What we should appreciate is that the artist slightly conceals his criticism towards the life we are living without stretching it to a level of agitation-propaganda. This is actually a minimal language that the artist has created against this chaotic situation and is rather strong in terms of aesthetics.

When we consider celebrated Austrian philosopher Ludwig Wittgenstien’s words “It In art it is difficult to say anything as good: as saying nothing” looking at Tansel Türkdoğan’s paintings, perhaps the artist is not saying anything at all.

Denizhan Özer

February, 2011

Ankara